Bir tapınak, bilgeliğin gizlerini aramak için
gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak
istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına
bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada
sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak,
çan veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist, kapıda
duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra söz'süz konuşmaları
başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.
Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir
kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul
edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü,
aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül
yaprağı suyun üsünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.İçerideki budist
saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan
bir gül yaprağına her zaman yer vardı.
"Yok yok, bu sefer kendimi hayata yada zamana bırakacak değilim. Bu sefer kararları ben vereceğim." İşte, bir insanın düşebileceği en ulvi hata: kibir. Herşeyin en iyisini kendinin bildiğini düşünürsün. Her zaman kazanacağından eminsindir. Başka insanların hayatlarının senin için hiçbir önemi yoktur. Onlar, sen varsın diye vardırlar, sen daha iyi yaşa diye. Hatta bazen seni o kadar rahatsız ederler ki bunların sayısı ne kadar az olursa okadar iyi dersin kendi kendine, bu yüzden de hastalıklı bir meydan okuma içinde ordan oraya saldırır durursun ve bu uğurda yalan üstüne yalan söylersin. Ve bu yalan bazen o kadar büyür ki kendine bile inanırsın. Ve zamanla kendini kandırman imkansız hale gelir. İşte o zaman bi tane daha kendine ihtiyaç duyarsın, senin gibi olmayan ikinci birine mesela bir kadına. İnsanlar yaşlandıkça bazı şeyleri daha iyi anlar derler. Hayatım boyunca bir mucize bekledim, gerçek üstü bir olay. Fakat mucizenin içine o kadar çok baktım ki şimdi beni ancak ge...
Yorumlar