Herşey ötekinin, Borges'in başından geçiyor... Buenos Aires sokaklarında yürüyorum, arada bir durup belki de alışkanlıkla eski bir geçidin kemerine ya da demir parmaklıklı bir kapıya bakıyorum. Borges'ten, mektuplardan haber alıyorum, bazen de adı bir profesörler kurulundaki adlar arasında ya da bir yaşam öyküleri sozlügünde gözüme ilişiyor. Ben kum saatlerinden, haritalardan, onsekizinci yüzyıl baskı sanatından, sözcüklerin köklerinden, kahve kokusundan ve stevenson'ın düzyazısından keyif alıyorum; oteki de aynı şeylerden keyif alıyor, ama rolünü abartarak oynayan bir oyuncu gibi gösterişli bir biçimde. Aramızın bozuk olduğunu söylemek, işi biraz fazla büyütmek olur; ben yaşıyorum; kendimi yaşama bırakıyorum ki, Borges masallarını ve şiirlerini yazabilsin. Ve o masallarla şiirler beni doğruluyor. Dişe dokunur bişeyler yazmayı becerdiğini kabul etmek benim için o kadar güç degil, ama o yazdıkları beni kurtaramaz; belki de iyi olan artık hiç kimsenin, hatta ötekinin de olma...